Dinler Tarihi

Ahd-i Cedidin Vahiy ve İlhamı Meselesi

IV. Ahd-i Cedidin Vahiy ve İlhamı Meselesi

Hıristiyanlar, Kitâb-ı Mukaddes’i oluş­turan yazıların tamamının ilham edilmiş Tanrı kelâmı olduğuna inanmaktadırlar. Onlara göre kutsal kitap, kutsal ruh ta­rafından ilham edilmiştir ve yazarı Tanrı’dır. Kutsal metin yazarları ise sadece Tann’nın vasıtalarıdır (Fr. instrument). Hıristiyanlığın vahiy ve ilham anlayışı. İslâm’ın vahiy anlayışından farklıdır. İs­lâm’a göre vahyin aracısı olan peygam­berin görevi. Allah’tan aldığını hiçbir şey ilâve etmeden ve eksiltmeden, kendi yorumunu katmadan olduğu gibi nak­letmektir. Hıristiyanlık’ta ise kutsal ki­tap yazarı sadece nakletmemekte, kul­lanılan dil ve üslûp, metnin kompozisyonu ve çeşitli kaynaklarla tamamlanması gibi hususlarda aktif bir rol de üstlen­mektedir. Ancak ilk dönemlerde, kutsal yazıların ilâhî menşei kesin olarak ka­bul edildiğinden vahiy veya ilhamın ma­hiyetini tesbite, kutsal yazıların ilham eseri olduğunu ispata lüzum görülme­miştir. Gerek kilise babalarının ifade­leriyle gerekse papalık kararlarıyla bu husus vurgulanmıştır. Kilise babaları, kutsal kitabın kutsal ruh tarafından il­ham edildiğini veya yazdırıldığını, bu sebeple kutsal metinlerin hakiki yazarı­nın Tanrı olduğunu, kutsal metin yazar­larının ise Tann’nın aracısı bulundukla­rını ifade etmişlerdir. Papalığın konu ile İlgili kararları ise belli bir gelişme gös­termektedir. Kilise, başlangıçtan beşin­ci asra kadar, inancının temelini oluş­turan ve kutsal saydığı kitapların lis­tesini tesbit etmekle meşgul olmuş, VI. asırdan XIII. asra kadar da listedeki (canon) kitapların mevcut şekil ve muhtevalarıyla kutsal olduğunu, çünkü Tan­rı tarafından yazdırıldığını açıklamış­tır. Floransa Konsili (1441), Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’in aynı kutsal ruhun ilha­mı altında yazıldığını ilân etmiş, bu ka­rar Trente Konsili’nde de tekrarlanmış­tır.

Eski kilise yazarları peygamberi vahyi Kitâb-ı Mukaddes yazılarının hepsine teşmil ederek bu metinleri yazanların rolü üzerinde fazla durmamışlardır. On­lara göre Kitâb-ı Mukaddes’in lafzı ve muhtevası rabbin kelâmıdır. XVIII. yüz­yıla kadar, Katolik ve Protestanlar me­tin yazarının rolüne fazla önem verme­den İlhamı Tann’nın yazdırması şeklin­de anlamışlardır. Bu ta­rihten itibaren filolojinin ve tarihî bilgile­rin gelişmesi, ilmî araştırma ve keşifler, tenkit ilminin Kitâb-ı Mukaddes’e uygu­lanması mevcut kanaatin değişmesine sebep olmuş, tarihî gerçeklerle bağdaş­mayan ifadeler, ilmî araştırma sonuçla­rına ters düşen bilgiler, dil ve üslûptaki farklılıklar, Kitâb-ı Mukaddes’in bütü­nünün aynı kutsal ruhun ilhamıyla Tan­rı tarafından yazdırılan bir kitap oldu­ğu inancını sarsmıştır. Rasyonalistlerce ileri sürülen ve bazı Katolikler’ce de benimsenen bu şüpheler karşısında il­ham kavramı yepiden ele alınmış, o za­mana kadar üzerinde pek durulmayan kutsal metin yazarının rolü ve etkinliği meselesi gündeme getirilmiştir. I. Vati­kan Konsili’nden önce kardinal Franzelin Kitâb-ı Mukaddes’teki fikirlerin Tanrı­ya, lafızların ise o metinlerin yazarlarına ait olduğu görüşünü getirerek problemi çözmeye çalışmıştır. Franzelin’in formülü I. Vatikan Konsili’ni et­kilemiş, ancak konsil bu husustaki gö­rüşünü net bir şekilde ortaya koyma­mış, sadece nelerin itham olamayaca­ğını açıklamıştır. XIX. yüzyılın sonuna doğru, bir taraftan ilmî ve tarihî araş­tırmalar, diğer taraftan kutsal metinle­rin tenkidî tedkiki, Kitâb-ı Mukaddes’in mutlak otoritesini sarsarak önceki dö­nemlerde şüphe edilmeyen pek çok me­seleyi tartışma alanına çekince, papalık çeşitli genelgelerle probleme açıklama getirmeye çalışmıştır. Papa XIII. LĞon “Providentissimus Deus” (1893) adlı ge­nelgesinde, ilham kavramının alanını da­raltarak Kitâb-ı Mukaddesin yanılmaz­lığını sadece iman ve dinî âdetlerle sı­nırlayan teorileri reddetmiş, ancak kut­sal yazıların ilmî yorumu için Kitâb-ı Mu­kaddes Komisyonu’nu (La Commission Biblique) kurmuştur. Franzelin ve P. Cornely’nin formüllerini bazı rötüşlerle be­nimseyen XIII. L6on. ilhamı ilâhî bir yar­dım ve harekete geçirme olarak yorum­lamaktadır. Papa XV. Benoit, “Spiritus Paraclitus” (1920) adlı genelgesinde bu tür teorileri reddediyor, fakat ilhamı ay­dınlatma, harekete geçirme ve yardım etme şeklinde yorumluyor, kutsal metin yazarlarının eserlerine kendi damgala­rını vurduklarını kabul ediyordu. Papa XII. Pie ise “Divino afflante” adlı tami­minde, çağdaş yorumcuların faaliyetle­rinde onların fikirlerini mahkûm edecek bir taraf görmüyor, bilakis kiliseye yap­tıkları hizmet sebebiyle onları kutluyor, kilisenin doktrin ve kararlarına saygı şartıyla araştırma özgürlüğünü kabul ediyordu. Bu üç papa. kutsal metin ya­zarlarının Tanrı’nın aracıları (Fr. instru-ment) oldukları prensibinden hareket etmekte, fakat yazarların etkisini de kabul etmektedirler. Onlara göre Tanrı kutsal yazıların biricik yazarı değildir; yazarların da rolü vardır ve kutsal yazı­lar, temel yapı ve şekil açısından onla­rın eseridir. Zira kutsal ruh, yazarlara hazır sözleri, önceden hazırlanmış keli­me ve cümleleri nakletmemektedir. Bu sebeple ilhamı karşı tarafa bir şeyi yaz­dırmak şeklinde anlamak, yazarları da sadece kutsal ruhtan duyduklarını ya­zanlar olarak düşünmek doğru değildir. Papa XII. Pie ise, kutsal metin yazarla­rı Tanrı’nın hizmetindeki canlı ve akıllı araçlar (Fr. instrument) olduklarından onların karakterleri, hangi şartlarda ve ortamda, hangi sebeplerle ve kimin için yazdıkları bilinmediği takdirde onları an­lamanın mümkün olamayacağını belirt­miştir.

Sonuç olarak, kilise ilk dönemlerde benimsediği kutsal metinlerin tamamıy­la Tanrı tarafından yazdınldığı inancını terkederek bunların kutsal metin yazar­ları eliyle tertip edildiğini kabul etmiş­tir. Bu sebeple bu metinlerin muhteva, dil, üslûp ve edebî ifade bakımından bu yazarlara ait olduğuna da inanmakta­dır. Ayrıca Kİtâb-ı Mukaddes’in asıl he­definin iman ve ahlâkla ilgili meseleler olduğuna dikkat çeken kilise, ortaya çı­kan çelişkiler ve ilmî neticelere zıt bilgi­ler karşısında, metin yazarlarının yanılabileceğini de kabul etmiş olmaktadır.

İlgili Makaleler