AGNOSTİSİZM
AGNOSTİSİZM
Gerçek ve mutlak
varlığın, kendinde nesnelerin ve dayanağının insan ruhu tarafından bilinemeyeceği
öğretisine agnostisizm denir. Dolayısıyla gerçek varlığa, a) ya büsbütün eri-ş,
İlemeyeceği; b) ya da akıl ve bilgiyle değil de, ancak İman ile ulaşılabileceği
ileri sürülür. Thomas Huxley ve Herbert Spencer tarafından bilginin ancak
varlığımızın güven içinde bilebileceği konularla sınırlı bulunduğunu savunan
bir akım halinde ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Agnostisizm terimi,
Yunanca’dan alınmış “(/” olumsuzluk edatı İle, “bilgi,
bilinebilir” anlamına gelen “^/ias7av” kelimelerinin birleşmesinden
oluşmuştur. Dolayısıyla “a-gnosli-sizm”, bilinebilir karşıtı olarak
“bilinenıezci-Uk” anlamını taşıyan bir kavramdır. Bu anlamda
“gnosos” kelimesi, Arapçadaki ilin terimi değil “ûfan”
terimi, “agnostos”da “itfamye” karşılığında kullanılır.
Kavram olarak
agnostisizm, XIX. yüzyılda Huxley tarafından, bilginin duyuma ait algıdan
İleriye gitmesinin imkansız olduğu ve aklın olayların ve görünüşlerin Ötesine
nüfuz edemeyeceği anlayışını temellendirmek üzere ortaya atılmış, dolayısıyla,
olay ve görünüşlerin dışında hiçbir şeyin kabul edilmemesini önermiştir. Bu
görüşe bazan fenomenizm (p-henomenism) adı da verilmiştir. Algısal güçlerimizin
sınırlılığı ilkesine dayanan agnosti-sizm’in en geniş şekli, duyularımızla
algıladığımız şeylerin dışında kalan nesnelerin varlığı hakkında
bilgisizliğimizi itiraf etmektir. Açıkça görüldüğü üzere burada, daha çok
Hıristiyan ve Yahudi gnostisizminin karşısına çıkılmakla; Yahudi-Hristiyan tanrıcılığı
İle tanrı tanımazlık reddedilmektedir. Böylece Tanrının varlığının ne kabul
edilebilir, ne de reddedilebilir olduğu savunulmakta, bu gibi akıl-üstü ve
dinî düşünceler bir tarafa bırakılmaktadır.
AugusteComte’un
pozitivizmi, Kant’m eleştiriciliği, Spencer’in evrimciliği ve Hamİl-ton’ıın
izafetçiiiği gibi görüş ve düşünceleri, başka yönlerden birbirinden farklı
olmakla birlikte, bilgi ve marifet konusunda agnostisizm içinde yer alırlar.
Agnostisizm’in diğer iki temsilcisi Lange ve Jodl İse, her türlü metafiziği
imkansız saymış ve inkar etmişlerdir. Agnostisizmi “Kuşkuculuktan ayırmak
gerekir.
Agnostisizmin temel
ilkesi mutlak ve şarta bağlanmamış varlığa bilgimizin erişemeyeceği
önermesidir. Spencer, evrenin bize açtığı kudretin Özünü tamamiyle
kavrayamayacağımız görüşündedir. Bu bakımdan insan ilk nedenlere (causes
primaİres), son amaca (cause final) nüfuz edemez.
Littre’ye göre,
sınırsız uzay (mekan) gibi maddî, sonsuz nedenlerin dizilişi gibi manevî olmak
üzere nesnenin ötesinde olan “perdenin” arkasında bulunana insan
ruhu kesin suretle yanaşamaz. Fakat bu yanaşamama, onun yokluğu anlamında
düşünülemez. Çünkü gerek maddi, gerekse manevi bir payansızlık ve sonsuzluk
sıkı rabıtalarla bilgilerimize bağlı olmalıdırlar.
Metafizik meselelerin
anlam ve önemini kaybettiğini, bilgimizin sınırlı hiçbir şeyin gerçek özüyle
bilinemediğini ve bilinemeyeceğini savunan inkarcıları agnostiklerden ayırmak
gerekir Agnostikler tabiatı açıklamak için bilinemezciliği temel alırlarken,
bunu bilimin sınırları dahiline sokmak isterler. Evren, onlara göre bir
kudretin görünüşüdür ve biz bunu bilemeyiz, fakat evreni açıklamak ve anlamak
bakımından da ona ihtiyacımız vardır. Zihin için kendisine nüfuz olunamaz bir
mutlak varlığın tasdiki, bilim ile din arasında ortak ve kesişen nokta, uzlaşma
alanı ve birbirinin kaynaşacağı bir ilkedir.Yeni-E leş tir içil ik’e göre
agnostisizm;
a) bir taraftan mutlakı, sonsuzu, aslî cevheri;
b) öte taraftan gözlemlenmesi mümkün olan olayların
kaynak ve amacını birbirine karıştırmaktır. Onlara göre birinciler
a) insan zihninden bütünüyle atılmalıdır, çünkü
düşünülebilir bir gerçeği anlatmazlar. İkinciler
b) ise, bilimsel bilginin ötesindedirler. Fakat felsefe
ve din alanında bunların inkar edilemez konumları vardır.
Teologlara göre
agnostisizm, reddedilmesi gereken nedenleri içinde taşımaktadır. İlk nedenler
ve nihai amaç konusunda açık ve kesin bir şey bilemiyor isek, hangi yelki ve
gerekçeyle buna bir gerçeklik atfedebiliyoruz? Nihai amaç veyeıerli neden
konusunda hakikat kemalden ibarettir. Bir anlamda nesne ve zihnin karşılıklı
sınırında duran Descartes, düşüncesinde daha İleri gitmeyip ruhun kudreti dahilinde
bu sonsuz ışığın kıyas kabul etmez, eşine rastlanmaz güzelliğini düşünür ve
ibadetin gerekliliğini hatırlatır.
Yüksel KANAR[1]