ADALET
Herkese hakkı olanın
verilmesini öngören ahlakî ilke. Toplum örgütlenmesinde malların, hakların ve
görevlerin veya şereflerin aril–metİkbölüşiiJmesincadaletiııyerine
getirilmesi denir. Adalet herkesin yeteneğine ve toplumda oynadığı role uygun
olarak dağıtıldığı zaman doğru dağıtılmış kabul edilir. Aynı zamanda, neyin
doğru, neyin yanlış (ya da haklı veya haksız)
olduğunu karara bağlamak da adalet olarak adlandırılır. Bu, ya
haksızlığa uğrayanın (mağdur) zararını telafi etmek, ya
da haksızlık yapanı cezalandırmak suretiyle yerine getirilir.
üenel anlamda “adalet” kelimesi, hükümran
devletin kendi uyrukları arasındaki uyuşmazlıklar! veya anlaşmazlıkları kanuna
göre bir hükme bağlama işiyle ve toplum aleyhine tutumları olan yurttaşları
kanunlar temelinde engelleyici tedbirler alma İşiyle uğraşan belli bir
güvenilir organa bırakma fonksiyonu olarak anlaşılır. Bu anlamda adalet
terimi, “yargı gücü”nü ifade eden diğer kelimelerle karıştırılır.
Çünkü modern toplumlarda adalet hem bir faaliyet (adalet dağıtma faaliyeti)
olarak, hem de bir teşkilât (bir ülkedeki mahkemeler ve yargı görevlileri)
olarak algılanır.
Aynı zamanda siyasî
adaletten de bahsedilmektedir. Bir anlamda bülün
adalet siyasîdir. Çünkü adalet ister islemez toplumun örgütlenme biçimini
yansıtır. Fakat terimin özel anlamı bunun dışında şekillenmiştir: Bir ülkenin
siyasî iktidarına verilecek zararları karara bağlayacak şekilde adlî
organların uzmanlaşması. Siyasî adalet, siyasî kişiliklere karşı olduğu kadar
siyasî rejime ve onun unsurlarına karşı İşlenen suçlara da yönelmiştir.[1]
Filozoflara Göre Adalet
Adalet kavramı tarih
boyunca farklı şekillerde tanımlanmış olup filozoflar ve düşünce adamları konu
hakkında değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Adalelin yerine getirilmesi ancak
adaletsizliğin ortaya çıkması sunucudur. İlk anlamında adalet, insanların
birbirlerine nasıl davranacaklarını Öngören kuralları gözö–nünc alma ve uygulamayı, yani ‘haklar1 ve ‘gö–revler’i kapsar. Bu İki kavram
Aristoteles’in Et/ıics’indc sistematik biçimde ele
alınmıştır.
Platon tarafından
açıklıkla, Aristoteles tarafından da belirsiz biçimde gösterildiği gibi (içine
örfü de alacak şekilde geniş tutulduğunda) kanun, olduğu şekliyle ve nasıl
olması gerekti-ğİyle anlaşılmalıdır. Platon kanun
yönetiminden çok bilgelerin (filozofların) yönetiminden yana olduğunu
belirtir. Çünkü kanun herkes için en soylu ve en adil olanı anlayamaz ve
böylelikle en iyiyi uygulayamaz. Platon Dev-/c/’te
insanın tabiatına mükemmelen uygulanabilen bir
adalet kavramı geliştirir. Bu adalet, aklın kullanılmasıyla keşfedilebilir.
Aristoteles Et/vcs’öe doğal ve uziaşımsal
(İtibarî) adalet ayrımını yapar; birincisi evrensel, ikincisi ferdî durumlara
mahsustur. Bu ikisi çatışınca doğal adalete müsaade etmek itibarî adalete
düşer.
Devlel’lc Platon, adaleti itidal, bilgelik ve cesaretle
birlikte dört aslî erdemden biri olarak zikreder. Adalet denetleyici ve
düzenleyici erdemdir. Adil kişi, ihtirasları akılla denetlenen, kendisini
disipline edebilmiş kişidir. Stoacılar için, Platon için olduğu gibi adalet
akılla bulunabilen ve yürürlükteki kanun ve Örfün üzerinde bir şeydir. Akıl
sahibi bir varlık olarak insan, kendi tabiatı hakkında düşünmekle nasıl
davranacağını anlayabilir. Plaioıı’dan farklı olarak
Stoacılar her insanın tabiî kanunun farkına varıp ona uyma konusunda eşit
oldukları görüşündedir. Roma kanun koyucuları bu görüşten etkilenmişler ve
kölelik kurumunun tabiî kanunla ve tabiî adaletle çeliştiği görüşünü
belirtmişlerdir. Bu görüş Kilise Babaları tarafından devralınmıştır. Hobbes ise farklı bir adalet kavramı öne sürmüştür:
“Bir akit, bir sözleşme yapılmışsa onu bozmak adalet dışı bir şeydir.
“Adaletsizlik söz verip yapmamaktır ve adaletsiz olmayan herşey adildir. Böylece yeni dünyada tabiî adalet kavramı
sarsılır.
Hume adaleli, “sunî erdem” olarak adlandırır.
Ne insan tabiatında ne de sözleşmede adaleli ihdas edecek kurallar bulamayız.
Faydacılar adalet kelimesini aynı anlamda, yani adalelin insanların
uzlaşmasından doğduğu anlamında kullanıyorlardı. “Adalet fikri iki şeyi
varsayar: Bİr davranış kuralı ve bu kuralı tasdik
edecek bir duygu.” (J.S.Mill)
Adalet bugün de
herkese hakkım vermek ve doğruyla yanlışı birbirinden ayırmak
anlamlarında kullanılmakla birlikte devletin bu görevini yerine geürecek kamu teşkilatlan farklı biçimlerde olmaktadır.
Genelde adalet hizmetleri siyasî ve idarî otoritenin kumanda alanının dışında
bağımsız kurumlar şeklinde düşünülmektedir. Devlet ve fert açısından adalet
farklı anlamlar taşımaktadır. Devlet İçin adalet, kanunların yapımında ve hak
ve görevlerin dağıtılmasında belli kişileri veya zümreleri ötekilere üstün
tutmadan vatandaşlara aynı hakları vermesini ve aynı görevleri yüklemesini
ifade eder. Fert için ise vatandaşların mümkün olduğu kadar birbirinin hakkına
uymaya mecbur bırakılmasını ifade eder.
İslam toplumlarında
adalet kavramının toplu msal-siyasal hayat
içerisinde işgal ettiği yerin kendine Özgü bazı niteliklere sahip olduğu
görülüyor. [2]
İslam’da Adalet Kavramı
Arapça bir kelime olan
“adalet”, adi kökünden türemiş ülup bir
şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak
çoğunlukla “Hak” ile eşanlamlı biçimde kullanılır.
İslam toplumlarında
adalet kavramının toplu msal-siyasal hayat
içerisinde işgal ettiği yerin kendine özgü bazı nitelikleri olduğu görülüyor.
İslam toplumlarında
adalet terimi, insanın Allah, toplum, canlı varlıklar, maddî tabiat ve diğer
insanlarla ilişkilerinin mahiyetini ve dayanacağı temel ilkelerin doğru
tespiti için belirleyici bir kriter olarak tanımlanır. “Hukuk” kelimesinin
tekil hali olan Hakk’la yakın İlişkisi, insan ve
toplum hayatını düzenleyecek temel kuralların doğru tespitiyle ilgilidir. Bu
etimolojik ve ıstılahı tanım, adalet kavramının çeşitli din ve hukuk
sistemlerine göre izafi (görece) bir anlama sahip olabileceğini gösterir.
İslam, sosyal, ahlakî ve entellektüel özellikleri
yanında hukuk alanında da, kendisinin getirdiği temel ilişki ve kurallar
toplamının adaleti ifade ettiğini savunur. Görece bir tanım olsa da bu, adalet
kavramı ve olgusunun tanımda meşru ve anlaşılabilir olabileceğini gösterir.
Buna rağmen Kur’anî terminolojide adaletin salt
hukukî olmaktan öte, daha geniş anlamlarda kullanıldığını tespit etmek
mümkündür: Söz gelimi, eksiklik ve fazlalık
bakımından aşırılığa karşı orta yolu tutup korumak; hakka niyet, doğruluk,
eşitlik gibi.
İslamİyetİnkutsalkitab’ıKttr’fl/ı, adalet olgusuna tevhid,
İman, İslam, takva, salih amel ve ibadet kadar önem
verir. Hatta Kur’an’a göre bütün ilahî öğretiler son
tahlilde İnsanlar arası ilişkilerde adaleti tesis etmeye yöneliktir. Adil
olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah’ın rızasına ve İslam’a uygun
değildir. Çünkü Allah herşeyden evvel, bir şeye hüküm
verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister. (Nahl;
90) Anlaşmazlığa düşen iki topluluk arasında (Hucurat;
9), insanlar arasında vuku bulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde (Nisa; 58),
her türlü borç, vade, alışveriş, ticaret ve şahitlikte (Bakara; 282),
kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesinde (Nisa; 129) adalet, hukukun
koruması ve hayata geçirilmesi için vazgeçilemez bir ilkedir.
Yine İslam’a göre
kişiyi veya grupları adaletten saptıran ana faktör, kişi veya grubun kendi
istek ve tutkusunu ön plana geçirmesi (Nisa; 135) ve Allah’ın gösterdiği
şekilde karar vermeyi ihmal etmesidir. İlahî hukukun ön gördüğü İlke, kural ve
hükümlere riayet, adaletin tecellisinin mümkün olan tek yolu ve teminatıdır.
Bu anlamda diğer hukuk
sistemlerinde olduğu gibi İslam hukukunda da adaletin anahtar terimi konumunda
olduğu söylenebilir.
Ali BULAÇ
Bk. Devlet; Eşitlik;
Hukuk; Zulüm. [3]