İslam Filozofları – Müslüman Düşünürler

Abdüllatif el-Kudsi Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Abdüllatîf  b. Abdirrahmân b. Ahmed el-Kudsî (ö. 856/1452) Zeyniyye tarikatını Anadolu’ya getiren âlim ve sûfî. 786’da (1384) Kudüs’te doğdu. İbn Ganm ve İbn Benâne diye meşhur olan bir ailenin oğludur. Önce medresede okuyarak “Zahirî ilimler”i öğrendi. Bu yıllarda zekâ ve kabiliyetiyle hocalarının dikkatini çekti. Daha sonra tasavvufa ilgi duydu ve devrin meşhur safîlerin­den Şeyh Abdülazîz’e intisap ederek ondan icazet aldı. Hacca giderken Ku­düs’e uğrayan Zeyniyye tarikatının ku­rucusu Zeynüddîn el-Hâfî’yi evinde mi­safir ederek sohbetlerinden faydalan­dı. Onunla birlikte hacca gitmeyi çok is­tediyse de annesi rahatsız olduğu için mürşidi izin vermedi; ancak hac dönü­şü kendisini Horasan’a götürebileceğini söyledi. Abdüllatîf, Horasan’da Hâfi’nin yanında yeniden seyrü sülûke başladı. Riyazet ve mücahedesine mürşidinin tavsiyesi üzerine Câm şehrinde devam etti. Ahmed Câmî-i Nâmekî’nin kabri yanında erbalne girdi. Bu sırada şeyhiyle düzenli olarak mektuplaştı. Müri­dinin iç dünyasındaki değişiklikleri bu mektuplarla takip eden Hâfî, Abdüllatîfe icazetname gönderdi. Abdüllatîf daha sonra tekrar Kudüs’e döndü ve bir müddet Şam’da kaldıktan sonra Kon­ya’ya giderek Sadreddin Konevî Zâviyesi’nde irşad görevini sürdürdü. 1448’de Bursa’ya gitti. Evliya Çelebi’nin “Büyük bir âsitâne” diye övdüğü, müridlerinden İranlı Hoca Bahşâyiş tarafından 1449 tarihinde yaptırılan Zeyniyye Dergâhı’nda irşad faaliyetini sürdürürken vefat etti. Kabri Bursa’da Zeynîler Camii’nin haziresindedir.

Nisbesi bazı kaynaklarda Makdisî ola­rak geçen Abdüllatîfin tasavvufî dü­şünceleri, mürşidi Zeynüddîn el-Hâfî ile aynı paraleldedir. HâfTnin en belirgin özelliklerinden biri, vahdet-i vücûd konusunda ihtiyatlı bir dil kullanması ve bu hususta zaman zaman müridlerini uyarmasıdır. Müridi Abdüllatîf el-Kudsî de aynı yolu takip etmiş, gerek iman ve akîde, gerekse irfan ve tarikat alanında şeriata aykırı gördüğü akım­larla mücadele etmiştir. Bu mücadeleye Konya’da iken başlamış ve Ehl-i sünnet dışı bazı düşünceleri savunan Cüneyd es-Safevî ile yaptığı fikrî tartışmalardan sonra Karamanoğlu İbrahim Bey’e bir mektup göndererek şöyle demişti:

“Bu Şeyh Cüneyd’in muradı sûfîlik değildir. Şeriatı bozup emaret talep eder” [430] Abdüllatîf el-Kudsî’nin yaşadığı dönemde Anadolu’da yaygınlaşan bâtıl mezhep ve tarikatlara karşı daha Orhan Bey zamanında mü­cadeleye başlanmış, bu akımlara men­sup kişiler takip edilerek tesirsiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Onun mensup olduğu Zeyniyye tarikatında ise Ehl-i sünnetin belirlediği sınırlar titizlikle ko­runmuştur. Bu durum Zeynüddîn el-Hâfî ve Abdüllatîf el-Kudsî’nin eserle­rinde açık bir şekilde görülmektedir.

Abdüllatîf el-Kudsî’nin tasavvuf tarihi açısından en önemli özelliği, Zeyniyye tarikatını Anadolu’ya getirmiş olması­dır. Bu tarikat günümüze kadar ulaşa­mamışsa da özellikle Şeyh Vefa döne­minde en tesirli tasavvufî mektepler­den biri olmuştur. Bazı kaynakların Halvetiyye’nin bir kolu olarak gösterdikle­ri Zeyniyye tarikatı, icazetnamelerden de anlaşıldığı gibi. aslında Sühreverdiyye’nin bir koludur. Yetiştirdiği birçok sûfî arasında, kendisinden sonra posinişin olan Tâceddin İbrahim Karamânî. Şeyh Vefa diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Ahmed ve Âşıkpaşazâde’yi özellikle kaydetmek gerekir. Bazı tarihî eserler Molla Fenâri’yi de Abdüllatîf el-Kudsî’nin müridi gösterirlerse de bu­nun doğru olması çok şüphelidir. “Zahi­rî ve bâtınî ilimler”i şahsında birleştirerek yalnız dervişleri değil, zamanın güçlü âlimlerini de kendisine bağlayan Abdüllatîf el-Kudsî, bu özellikleriyle Os­manlı Devleti’nin temelinde bulunan di­nî, fikrî yapının mimarlarından biri sayı­labilir.

İlgili Makaleler