Tarihi Şahsiyetler

Abdullah bin Mübarek Kimdir, Hayatı, Eserleri

Ebû Abdirrahmân Abdullah b. Mübarek b. Vazıh el-Hanzalî el-Mervezî (ö. 181/797) Tebeü’t-tâbiînin ileri gelenlerinden, muhaddis, zâhid ve fakih.

118’de (736) devrin kültür merkez­lerinden biri olan Merv’de doğdu. Baba­sı Türk’tür, annesinin de Hârizmli bir Türk olduğuna dair rivayet vardır. Çocukluk ve gençlik yıllarının Merv’de geç­tiği bilinmekte, ancak kaynaklarda bu dönem hakkında yeterli bilgi bulunma­maktadır. İlk hocası Mervli âlim Rebr b. Enes el-Horasâni’dir. İlim tahsili için ilk seyahate yirmi üç yaşlarında iken çıktı. Daha sonraki yıllarda bu seyahatlerini devam ettirdi. Zamanın ilim merkezle­rinden olan Basra, Hicaz, Yemen. Mısır, Şam ve Irak’a yolculuklar yaptı. Derin bilgisiyle Basra’nın hadis imamı kabul edilen Hammâd b. Zeyd’in takdirini ka­zandı. Ma’mer b. Râşid. Evzâî, A’meş, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Süfyân b. Uyeyne gibi meşhur muhaddislerden hadis okudu. Kendisinden de başta hocaları Ma’mer b. Râşid ve Süfyân es-Sevrî olmak üzere, Abdurrahman b. Mehdî, Abdürrezzâk b. Hammâm, Yahya b. Maîn, İshak b. Râhûye gibi hadis ilminin önde gelen imamlan hadis rivayet etti. Abbasî Halifesi Hârûnürreşîd devrinde Misis ve Tarsus civa­rında Bizans’a karşı savaştı. 181 (797) yılı Ramazan ayında altmış üç yaşında iken Fırat nehri kenarında bulunan Hifte vefat etti ve orada defnedildi.

Birçok büyük âlimin yetiştiği Horasan bölgesinde özellikle Merv’de. hadisleri tedvin eden ilk âlim oluşu, İbnü’1-Mübârek’in şöhretini arttıran sebeplerin başında gelir. Ahmed b. Hanbel, o de­virde ilme ondan daha meraklı ve hadis sahasında ondan daha büyük bir âlimin bulunmadığını söyler. Yahya b. Maîn, İbnü’l-Mübârek’in kitaplarında yirmi bi­nin üzerinde hadis bulunduğunu nakle­der. Bir süre kaldığı Kûfe’de, bir hadis hakkında ihtilâfa düşüldüğünde, “Geli­niz bu ilmin tabibine gidelim” diyerek ona başvurulması, zamanında hadisleri en iyi bilen biri olarak kabul edildiğini gösterir. Evinde oturup hadisle meşgul olmayı çok seven İbnü’l-Mübârek’e. “Bu yalnızlıktan rahatsızlık duymuyor mu­sun?” diye sorulduğunda, “Hz. Peygam­ber ve ashabıyla birlikte iken nasıl yal­nızlık duyarım!” karşılığını vermiştir. Dört bin kişiden hadis dinleyen ve bun­ların sadece bin tanesinden rivayette bulunan İbnü’l-Mübârek, ehil olmayan­lardan hadis almadığı gibi böylelerine hadis de rivayet etmezdi; fakat beğe­nip takdir ettiği kimselere, cihada gitti­ği yerlerde bile hadis öğretirdi. Kaynak­lar onun soğuk bir gecede, bir tek ha­disi yatsı namazından sabah ezanına kadar müzakere ettiğini bildirirler.

Hadis râvilerini çok iyi bildiği ve hadis ilminin Özü sayılan fıkhü’l-hadisin önde gelen âlimlerinden biri olduğu için, riva­yet ettiği hadisler bu açıdan ayrı bir değer taşır. Bu sebeple ondan nakledilen hadislerin delil olarak kullanılabile­ceği hususunda âlimler ittifak etmişler­dir. Hadis ilminin temelini teşkil eden isnacTın değerini kavrayıp ortaya koy­muş, dinini isnadsız öğrenmek isteyen kişiyi evinin damına merdivensiz çık­mak isteyen kimseye benzetmiş, isnad olmasaydı herkes aklına eseni söylerdi, demiştir. O, tedlîsi çok çirkin ve affe­dilmez hatalardan biri sayar ve hadisin aslında bulunmayıp çoğunlukla râvilerin bilgisizliğinden kaynaklanan kusurlar demek olan lahin ve tashîfin düzeltil­mesi gerektiğine inanırdı. Kendisinden hadis alanlara, öğrendikleri hadisleri öncelikle Arap gramerini çok iyi bilen birine göstermelerini tavsiye ederdi. Kütüb-i Sitte müellifleri onun rivayetle­rini hiç tereddüt etmeden eserlerine al­mışlardır.

Ebû Hanîfe’nin talebesi ve dostu olan İbnü’l-Mübârek’in fıkıh ilminde de önem­li bir yeri vardır. Fıkıhta ilk olarak Ebû Hanîfe’nin metodunu benimsemiş, fı­kıh bablarına göre tasnif ettiği es-Sünen ti’l-fıkıh adlı eserinde onun usulü­nü esas almıştır. İnsanların en fakihi diye nitelendirdiği Ebü Hanîfe hakkında çeşitli vesilelerle övücü sözler söylemiş, şiirler yazmıştır. Ebü Hanîfe’nin vefatın­dan sonra Mâlik b. Enes’in ders halka­sına katılan İbnü’l-Mübârek, fıkıhta Ha­nefî ve Mâlikî mezheplerini birleştiren bir usul ortaya koymuştur. Genellikle Hanefîler’den sayılmakla birlikte bazı Mâlikî tabakatında da kendisine yer ve­rilmektedir. Ona göre, fetva verebilmek için hadis kültürünü çok iyi bilmek, ay­rıca fıkıh bilgi ve melekesine de sahip olmak gerekir. Kur’an ve Sünnete aykı­rı bir görüş belirtmek mümkün olmadı­ğından, meselâ herhangi bir fetva veya fıkhî görüş hakkında, “Bu, Ebû Hanîfe’nin görüşüdür” yerine “Bu, Ebü Ha­nîfe’nin hadisi anlayışı ve açıklamasıdır” denilmesini daha doğru bulurdu.

İbnü’l-Mübârek’in zühd anlayışı da üzerinde durulması gereken özellikler taşır. Zühdle ilgili hadis malzemesini Kitâbü’z-Zühd ve’i-leka’ik adlı eserde toplayan İbnü’l-Mübârek’e göre zühd, dünya ile alâkayı kesmek değil, dünyaya ve dünyalığa bağlanmamaktır. Ni­tekim o, hayatı boyunca ticaretle meş­gul olmuş, savaşlara katılmış, defalarca hacca gitmiş ve ilim öğretmeye çalış­mıştır. Onun, “İlmi dünya için öğrendik, ama ilim bize dünyaya değer vermeme­yi öğretti” sözü. bu konudaki görüşünü açıkça ortaya koymaktadır. Günün be­lirli bir bölümünü zikir ve tefekküre ayırdığı, bu süre içinde hiç kimseyle ko­nuşmadığı, insanlarla sürekli bir arada bulunmayı ve onlarla içli dışlı olmayı ilim ehli için uygun görmediği rivayet edilir. Ancak onun bu tavn uzleti ter­cih ettiği anlamına gelmez. Çünkü o, sürekli uzleti doğru bulmazdı. Hocası Şamlı muhaddis İsmail b. Ayyaş, “Al­lah’ın ona nasip etmediği hiçbir hayırlı haslet kalmamıştır” derdi. Süfyân b. Uyeyne, onu ashapla mukayese ederek ashabın Hz. Peygamber’le sohbet edip gazvede bulunmuş olmalarının dışında İbnü’l-Mübârek’e bir üstünlüklerini görmediğini belirtirdi. İlminde ve zühdünde son derece mütevazi olan İbnü’l-Mübâ­rek, zenginlere karşı kibirli davranmanın da tevazu un gereği olduğunu söylerdi. Bununla beraber o zenginliğe karşı de­ğildi. Başkalarına el açmamak düşünce­siyle ticaretle de uğraşır, âlimleri, hadis talebelerini ve fakirleri himaye eder, her sene yüz bin dirhem dağıtırdı. Mervli dostlarını hacca götürür, aldıkları hedi­yelere varıncaya kadar her türlü masraf­larını kendisi karşılardı. Ona göre kişi. daima Allah’ın murakabesinde olduğu­nu hatırından çıkarmamalıdır. Yüz şey­den sakınıp bir şeyden sakınmayan kişi muttaki sayılmaz. Nuaym b. Hammâd’ın bildirdiğine göre, Kitâbü’z-Zühd’ okurken öyle ağlardı ki yanına hiç kim­se yaklaşamaz, o da hiçbir şeyin far­kında olmazdı. Duası makbul sayıldığı için pek çok kimse onun duasını almak ister, kendisine yakın olmayı Allah’a ya­kın olmanın vesilesi sayardı. Âlimler, zühd ve takvasını övecekleri bir kişiyi ona benzetirlerdi. Zühd ve takva ile ilgi­li söz ve hallerinden birçoğu kaynaklar­da zikredilmektedir.

İbnü’l-Mübârek, aynı zamanda devri­nin önde gelen şairlerinden biridir. Şiir­leri daha ziyade zühde, cihada, din bü­yüklerinin methine dairdir. Fakat bun­ların önemli bir kısmının kaybolduğu anlaşılmaktadır. Mücâhid Mustafa Beh­çet tarafından derlenen şiirleri Mecelletü’l-mahtûtâti’î-Arabiyye’de yayım­lanmıştır.

İlgili Makaleler