Tarih

Abdullah bin Amr bin As Kimdir, Hayatı, Peygamber Yaşarken Hadis Yazan Sahabi

Abdullah bin Amr bin As

Ebû Muhammed Abdullah b. Amr b. el-Âs el-Kureşî (ö. 65/684-85) Hz. Peygamber’den duyduğu hadisleri onun huzurunda yazmasına izin verilen sahâbî.

Hicretten yedi yıl kadar önce Mek­ke’de doğdu. Aralarında sadece on bir veya on iki yaş fark olduğu söylenen babası Amr b. As’dan önce müslüman oldu ve hicretin 7. yılından sonra onun­la birlikte Medine’ye göç etti. Süryânice’yi iyi bilen, Tevrat’ı okuyan Abdul­lah’ın yazısı da güzeldi. Bu sebepte Hz. Peygamber’den duyup da ezberlemek istediği hadisleri unutmamak için not ederdi. Bazı sahâbîler, duyduğu her sözü kaydetmesini doğru bulmayınca Peygamber’e müracaat etmiş, o da kendisinden duyduğu her sözü ve her davranışını yazabileceğine dair İzin ver­mişti. Abdul­lah, eş-Şahîfetü’ş-şâdıka adıyla topla­dığı bu hadisleri bir sandıkta dikkatle korur ve kendisini hayata bağlayan şey­lerin başında Şahîfe’nin geldiğini söylerdi. Hatta kendisine yöneltilen bazı soruların cevabını da Şahîfe’ye bakarak verirdi. Rivayet ettiği hadis sayısı bakı­mından en önde gelen Ebû Hüreyre, kendisinden fazla hadis bilen yegâne sahâbînin Abdullah b. Amr olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de onun Hz. Peygamber’den duyduğu hadisleri yaz­masına bağlamıştır. Ebû Hüreyre’nin bu şahadeti. Ab­dullah’ın en çok hadis bilen sahâbî ol­duğunun açık delilidir. Günümüze kadar müstakil olarak ulaş­mayan eş-Şahîfetü’ş-şâdıka’daki hadis sayısı kesin olarak bilinememekle bera­ber, 1000 civarında olduğuna dair rivayetler vardır. Bu eser daha sonra Ab­dullah’ın büyük torunu Amr b. Şuayb’a intikal etmiş ve onun tarafından rivayet edilmiştir. Eserin büyük bir bölümü, Amr b. Şuayb’ın rivayetiyle Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde (II, 158-226) yer almıştır.

Abdullah geniş hadis ve fıkıh bilgisin­den dolayı abâdile arasında yer almış­tır. İbadetle fazla meşgul olduğu, devamlı oruç tuttuğu, hafız olması sebe­biyle hergün Kur’an’ı hatmettiği için aile hayatını ihmal etmiş, hatta bu yüzden babası tarafından Hz. Peygamber’e şikâyet edilmiştir. Peygamber de daha az oruç tutmasını, daha az Kur’an okumasını kendisinden istemiş, fakat Abdullah kuvvetini ve gençliğini ibadetle değer­lendirmek arzusunda olduğunu ısrarla söyleyince, bu defa yedi günden (bazı rivayetlere göre üç günden) daha kısa bir sürede Kur’an’ı hatmetmemesini, Hz. Dâvûd gibi bir gün oruç tutup bir gün tutmamasını, ibadetten artakalan zamanını aile fertleriyle birlikte geçir­mesini ve dinlenmesini tavsiye etmiştir. Abdullah, yaşlandığı zaman Hz. Peygamber’in kendisine gösterdiği kolay­lıklardan yeteri kadar faydalanmadığın­dan ötürü pişmanlık duyduğunu söyle­miştir. Babasıyla birlikte Şam’ın fethin­de ve Yermük Savaşı’nda bulunmuş, bu savaşta babasının sancaktarlığını yap­mış, Sıffîn Savaşı’na katılması için ba­basının ısrar etmesi üzerine onunla be­raber Muâviye ordusunda yer almış, fa­kat müslümanlara silâh çekmemiştir. Savaş sırasında her biri Ammâr b. Yâsir’i kendisinin öldürdüğünü İddia eden iki kişi, Muâviye’nin huzurunda tartışırken Abdullah söze karışmış ve bunun iftihar edilecek bir şey olmadığı­nı, çünkü Ammâr’ın âsi bir topluluk (el-fietü’l-bâğıye) tarafından öldürüleceğini bizzat Peygamber’den duyduğunu söy­lemiştir. Bunun üzerine Muâviye, “Öy­leyse sen aramızda ne arıyorsun?” diye sormuş, o da babasının evvelce kendi­sini Peygamber’e şikâyet ettiğini, Resül-i Ekrem’in, “Hayatta olduğun müddetçe babana itaat et sakın ona karşı gelme” dediğini, bu sebeple savaşa ka­tıldığını ve fakat savaşmadığını söyle­miştir. [446] Diğer bir ri­vayete göre, hayatının son yıllarında Sıffîn’de bulunmuş olmaktan duyduğu derin üzüntüyü. “Keşke yirmi yıl önce ölseydim!” demek suretiyle dile getir­miş, aynca müslümanlar arasındaki savaşlara fiilen katıldığından dolayı baba­sını tenkit etmiştir.

Abdullah, Muâviye tarafından Kûfe’ye vali tayin edilmiş, fakat bir müddet sonra bu görevden alınarak yerine Mugire b. Şu’be getirilmiştir. Babasının ve­fatı üzerine Mısır’a vali tayin edilmişse de bu görevde de uzun süre kalmamış­tır. Ömrünün son yıllarında gözlerini kaybetmiş, yetmiş iki yaşında iken Mı­sır’da vefat etmiş ve Fustafta babası­nın yaptırdığı Amr b. As Camii’nin ya­nındaki evine defnedilmiştir. Ancak, Abbasîler devrinde cami genişletirken (133/750), ev caminin içinde kaldığın­dan kabir de camiye dahil edilmiştir. Daha sonra Osmanlı ümerâsından Emîr Murad camiyi tamir ettirdiği sırada (1211/1796-97) kabrin üzerini kubbe ile kapatmış ve etrafını maksure ile çevirtmiştir. Türbe, günümüzde Kahire ile birleşmiş bulunan Fustafta Amr b. As Camii’nin kıbleye göre sol köşesinde yer almakta ve şehirdeki sahabe kabir­leri arasında önemli bir ziyaretgâh kabul edilmektedir. Abdullah b. Amr’ın hicrî 63. 65, 68 ve 69 yıllarından birinde vefat ettiğini söyleyenler olduğu gibi Tâif, Mekke veya Şam’da öldüğünü ileri sürenler de vardır.

En çok hadis bilen sahâbî olmasına rağmen ondan intikal eden hadis sayısı sadece yedi yüz civarındadır. Bunun se­bepleri arasında, hadis öğrenim merke­zi durumundaki Medine’den hayli uzak­ta bulunan Mısır’da yaşamış olması, kendisini hadis rivayetinden çok ibade­te vermesi ve belki de eski kültüre aşi­nalığı sebebiyle rivayetlerine İsrâiliyat’ın karışabileceği korkusuyla ondan hadis almakta çekingen davranılması gibi hu­suslar zikredilebilir. Kendisinden ilim tahsil etmeye gelen bazı talebelerin sa­dece Hz. Peygamber’den duyduğu ha­disleri rivayet etmesini istemeleri, bu sonuncu ihtimali hatıra getirmektedir. Bir kısım talebelerinin kullandığı ifade­lerden, onlara hadisleri dikte ettiği an­laşılmaktadır. Yüzlerce talebesi arasın­da tabiînin önemli simalarından olan torunu Şuayb b. Muhammed, ayrıca Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Tâvûs. Şa’bî, İkrime, Atâ, Mücâhid. Hasan-ı Basrî gibi şahsiyetler bulunmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler