Edebi ŞahsiyetlerFelsefe Yazıları

Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Görüşleri

Türk Edebiyatının Tanzimattan sonraki devresinde biçim ve muhtevada yaptığı yeniliklerle Türk edebiyatına batılı bir karakter kazandıran kişilik Abdülhak Hâmid Tarhan’dır. Türk edebiyatının yüzyıllardır içinden çıkamadığı dar çerçeveyi, meydana getirdiği edebî devrimle bir anda parçalayıp atan da O’dur. O’nun edebî kişiliği üzerinde değerlendirme yapan, olumlu veya olumsuz neticelere varan çeşitli fikir sahiplerinin üzerinde anlaştıkları nokta; «Tanzimat şiirindeki batılılaşma hareketinin düşünen değil, yapan adamı» şeklindedir.

Tanzimat edebiyatının en önemli  şahsiyetlerinden biri olan Abdülhak Hâmid Tarhan 2 Ocak 1852’de İstanbul’da doğdu. Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın torunu ve Tahran Elçisi tarihçi Hayrullah Efendi’nin oğludur. Annesi aslen bir Çerkeş cariyesi olan Münteha Nasip Hanım’dır.

Hâmid beş yaşında iken mahalle mektebine, sonra Hisar Rüştiyesi’ne devam etti. Bu arada Hoca Tahsin Efendi. Evliya Hoca, Selim Sabit Efendi ve Edremidli Bahaeddin Efendi gibi devrinin değerli hocalarından özel dersler aldı. 1862’de ağabeyi Abdüihâlik Nasûhî Bey’le Paris’e giderek bir yıl kadar Ecole Nationaie adlı kolejde okudu. Dönüşte İstanbul’daki Amerikan Kolejine verildi. Bir süre sonra memurluk hayatına atıldı. Henüz oniki yaşında iken Tercüme Odası’na girdi, ondört yaşında iken Tahran Elçiliğine tayin edilince 1866 yılında babasıyla birlikte İran’a gitti. Burada İran edebiyatını yakından tanıma fırsatı buldu ve farsça dersleri aldı. Bir yıl sonra elçilik kâtipliği göreviyle maaş almaya başladı. 1868’de babasının kalb krizi sonucu ölmesi üzerine İstanbul’a döndü.

Çeşitli devlet kalemlerinde memurluk yapan Hâmid, 1871’de Edirne’de Fatma Hanım’la evlendi. Bu arada ilk eserleri olan Mâcerâ-yı Aşk, Sabr ü Sebat ve içli Kız’ı bastırdı. Duhter-i Hindû, Sardanapal ve Nazîfe’yi hazırladı. 1876’da iki buçuk yıl sürecek olan Paris Elçiliğine ikinci kâtipliği  görevi sırasında Fransız edebiyatiyle ilgilendi. Paris hayatiyle ilgili şiirlerini Divaneliklerim Yahut Belde isimli eserinde topladı. Birbirine zıt yaradılışa sahip iki kardeşin çatışmasını anlatan ve 1878’de Paris’te yayınlanan Nesteren isimli eseri II. Abdülhâmid’i kuşkulandırdığı için görevi kaldırıldı.

1881’de Poti ve bir yıl sonra da Golos Başkonsolosu oldu. Bu iki yıllık dönemde Eşber, Tarık ve Tezer’i hazırladı ve Sahra’yı tamamladı. 1883 yılı Ekim ayında Bombay Başkonsolosluğuna tayin edildi, İstanbul’da vereme yakalanan Fatma Hanım’ın hastalığının ilerlemesi üzerine İstanbul’a dönmeye karar verdiler. Fakat dönüş yolunda Fatma Hanım 21 Nisan 1885’te Beyrut’ta öldü. Bu olay karısını çok seven Hâmid’in ruhunda kapanması imkânsız derin yaralar açtı ve ona en büyük lirik şiiri olan Makber’i yazdırdı. Makber’i İstanbul’da aynı üzüntüyle yazılan ölü, Hacle ve Bunlar Odur isimli eserleri takip etti.

Ruyalar/abdlhak-hamit” 198″ 246″

1886 yılı başlarında Londra Elçiliği Başkâtibi oldu. Burada İngiliz edebiyatiyle yakından ilgilenme imkânı bulan Hâmid, Doğunun şiir ve hayal âlemleriyle Batının düşünce dünyasını birleştirdi. Ayrıca tiyatro eserleri içinde en başarılısı olan ve kendisinin de «Eserlerimin en edebî kılıklısı» dediği Finten’i yazdı. Zeynep isimli tiyatro eserini de bu arada hazırladı. 1890 yılında Fatma Hanım’a benzettiği Neüy Cloovver adında bir İngiliz kızıyla evlendi. 1895 te Lâhey Elçiliğine tayin edilen Hâmid, 1897 de tekrar Londra Elçiliğine birinci müsteşar olarak gönderildi. 1906 da Brüksel orta elçiliği görevine getirildi, il. Meşrutiyetin ilânında orada idi. İlhan isimli eserini burada yazdı. Nelly Hanım 1911 kışında öldü. Hâmid’aynı yılın yazında İstanbul’da Cemile Hanım’la evlenip yirmi gün sonra boşandı ve görevine döndü. 1912 Mayısında Belçikalı Lüsyen Hanım’la evlendi. Aynı yıl büyük kabinece işine son verildiği için İstanbul’a döndü.

II. Meşrutiyetin ilânı ile Cumhuriyetin ilânı arasında Zeynep, İlhan, Turhan, Vâlidem, Finten, Sardanapal, İbni Musa, Abdullahü’s-Sagîr, Yâdigâr-ı Harb, llham-ı Vatan, Ruhlar ve Tayflar Geçidi isimli eserlerini bastıran Hâmid, 1914’te Ayan üyeliğine atandı. Bir ara Ayan Meclisi’nin ikinci başkanı oldu. I. Dünya Savaşı sonunda – daha önce İngilizler aleyhine yazdığı yazılar dolayısiyle kuşkulanarak- yurt dışına çıktı. İstanbul’un ingilizler tarafından işgal altında bulundurulduğu yılları Viyana’da geçirdi.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yurda dönen Hâmid’e TBMM’ce vatana hizmet bölümünden maaş bağlandı. 1928’de İstanbul milletvekili oldu. Ölünceye dek süren bu görevi sırasında İstanbul Belediyesince kendisine tahsis edilen Maçka Palas’taki bir dairede kaldı. Garâm, Arzîler, Yabancı Dostlar, Hâkan, Cumhuriyetten sonra basılan eserleridir, ölümüne yakın  Kanunî’nin Vicdan Azabı’nı yazdı. Ancak bu eser basılmadı.

86 yaşındaki Hâmid, 13 Nisan 1937, Salı günü zatürreden öldü ve büyük bir cenaze töreniyle Zincirlikuyu Asrî Mezarlığına defnedildi.

Edebi kişiliği
Abdülhak Hamid, Tanzimat’ın ikinci döneminde şiir yazmaya başlamış, Cumhuriyet yıllarına kadar sanatını taşımış bir şairdir. Kendisine “Şair-i azam” unvanı verilmiştir. Batılı tarzda şiir formlarından yararlanan Hamid, sanat için sanat görüşünde ve romantizmin etksindedir ve eserlerinde en çok işlediği konuların başında ölüm konusu gelir. Özellikle tabiatı ve ölümü Türk edebiyatında ilk olarak işleyen şairimizdir. Kendisinden sonraki şairleri çok etkilemiştir.

Ailesinin ve çok küçük yaşlarda başlayan eğitiminin sağladığı geniş bir kültür birikimine sahip olan Abdülhak Hamid, şiire başladığı 1870’li yıllarda Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmud Ekrem, Sami-paşazade Sezai ve Namık Kemal’le tanışarak, Tanzimat döneminin yeni edebiyatçıları arasına katıldı. Yurt dışı görevlerinin ona sağladığı olanaklarla Shakespeare, Corneille, Racine gibi Batılı sanatçıları derinlemesine inceledi, etkileri altına girdi. Şiir alanında o güne değin süregelen Divan edebiyatı nazım biçimlerini bir kenara bırakarak, dize ve uyak düzenlerine alabildiğine değişiklikler getirdi. Tanzimat şairleri arasında heceye en çok önem verenlerden birisi Abdülhak Hamid’dir. Eski şiirin konu kısıtlamalarını aşarak günlük yaşamın çeşitli konularını şiire soktu, doğa ve insan ilişkileri üzerinde durdu.

Teknik açıdan zayıf olan oyunları için sanatçı, bunları okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır. Tiyatroda konunun yabancı toplumlardan alınması gerektiğini savunur. Oyunları çoğunlukla manzum ve konularını Asur, Yunan, Arap, Hind ve Afgan gibi eski uygarlıklardan alırdı. Yapısı oynanmaya elverişli olmayan bu oyunlar söz konusu toplumların kahramanlarını, halk-yönetim ilişkilerini, yurt sevgisi ve savunmasını, yöneticilerin trajik çabalarını romantik bir dille aktarıyordu. Sevdiği erkeğe kavuşmak için kocasını Hintli uşağına öldürten bir İngiliz kadınının acıklı serüveninin anlatıldığı yer yer en ünlü oyunu Finten, Othello ve Hamlet esintileri taşıyan düzyazı ile nazım karışığı bir oyundur.

“Tezatlar şairi” olarak da anılan sanatçının eserleri şunlardır:

Şiir:
Sahra 1879, Divaneliklerim Yahut Belde 1885, Bunlar Odur 1885, Makber 1885, Ölü 1885, Hacle 1885, Kahpe Yahut Bir Sefilenin Hasbıhali 1886, Bâlâdan Bir Ses 1912, Validem 1913, İlham-ı Vatan 1916, Garam 1923

Oyun: Macera-yı Aşk 1873, Sabrü Sebat 1975, İçli Kız 1875, Duhter-i Hindu 1876, Nazife 1876, Nesteren 1878, Tarık Yahut Endülüs Fethi 1879, Tezer Yahut Melik Abdürrahmanü’s-Salis 1880, Eşber 1880, Zeynep 1909, İlhan 1913, Turhan 1916, Finten 1916, Abdullahü’s-Sagîr 1917, Ibn-i Musa Yahut Zatülcemal 1917, Sarda-napal 1917, Tayflar Geçidi 1917, Yadigar-ı Harp 1917, Ruhlar 1922, Yabancı Dostlar 1924, Arzıler 1925, Hakan 1935

Abdüihak Hâmid Tarhan gerek şiir kitaplarında ve gerekse tiyatro eserlerinde yalnız şair ve yazar olarak değil, aynı zamanda bir düşünce adamı olarakta belirir.

Abdüihak Hâmid’in eserlerinde işlenen fikirler genel olarak felsefî, sosyal, dinî, vatanî ve millî fikirler olmak üzere beş grupta toplanabilir.

Felsefî Fikirleri:
Hâmid eserlerinde düşünceye fazla yer verir. Onun heyecan ve ihtiraslarına dâima bir düşünce eşlik eder. Hattâ denilebilir ki Hâmid, heyecan ve ihtiraslarını da düşünce vasıtasıyle anlatan bir şairdir. Makber’den Garâm’a kadar tüm eserlerinde metafizik -fizik ötesi- felsefî endişeler, «var olmak yada yok olmak meselesi» ön planda yer alır. Allah, kader, ölüm ve ruh problemleri üzerinde durur.

Abdüihak Hâmid’in felsefî fikirleri belirli bir sisteme bağlı değildir. Sanatındaki tezat, felsefî fikirlerinde de vardır. Filozof olmaktan çok, bîr şair olan Hâmid’deki felsefî fikirlere, kâinat denilen büyük muammayı kuşatan derin sırları çözmekteki acizliğinden doğan felsefî isyanlar ve feryatlar denilebilir.

Hâmid’in felsefesi maddeci değil, daha çok ruhçu ve maneviyatçıdır. O, en buhranlı zamanlarında bile Allah’ın varlığını kabul eder ve onu yüceltir.

Sosyal Fikirleri:
Hâmid’in eserlerinde derinliğine olmasa da, sosyal fikirlere yer verilir. Onun bu yönü, 1789 Fransız ihtilâlinin şartlarını hazırlayan fikir adamlarından etkilenen Namık Kemal neslinden gelir.

Osmanlı’nın son dönemine dek yasal olan esirliğe, insanların bir eşya gibi satılmasına şiddetle karşıdır. Halayıkların ve cariye kızların kötü kaderleri onu oldukça üzer. İçli Kız isimli tiyatro eserinde bu konudaki görüşlerini açıkça ortaya koyar.

Hürriyet millet için vazgeçilmez bir unsurdur. Bu sebeple millet hürriyeti derin bir aşkla sevmelidir. Ona sahip olmak ve korumak için her fedakârlığa katlanmalı, gerekirse ölmelidir. Liberte isimli eserinde Hâmid sembollerle hürriyetin millet hayatındaki önemini belirtir.

O demokratik bir anlayışa sahiptir. Eserlerinde zaman zaman halk hâkimiyeti ve halk üstünlüğü meselelerini işler. Bu yüzden onun halkçı bir karaktere sahip olduğu da söylenebilir.

Hâmid, insanları türlü acılara ve ızdıraplara düşüren savaştan nefret eder. Bir milletin saldırı sonucu diğer milletlerin imkânlarını sömürmesine karşıdır, İbni Mûsâ isimli eserinde bu fikirini çeşitli yönlerden açıklar. Milletlerin bir ailenin fertleri gibi kardeşçe yaşamasını isteyen Hâmid, gerektiğinde savaştan kaçınılmamasını da söyler. Bu düşüncesini «Bir Neşîde» isimli şiirindeki «Sulhu severiz, harb edecek cür’etimiz var» mısraıyle açıklar. Kadın hakları konusunda da oldukça hassas olan Abdüihak Hâmid, eserlerinin çoğunda kadm erkek eşitliğini, kızların da eğitim ve öğretim görmesini ister ve istekleri dışında evlendirilmesine karşı çıkar.   

Dinî Fikirleri:
İslâmiyeti her zaman yüceltir. Onu milliyetnin esaslı bir unsuru sayar. Fakat dinde bazı reformların yapılmasını  ister. Ona göre milletin dinini bilmesi için dinî eserler millî dille yazılmalıdır. İslâmiyetin dünyaya açık ve iyi anlatıldığı zaman insanlığa ışık tutacak bir din olduğuna inanır. İslâmiyet ileri bir dindir. Amacı insanlığa hizmettir. Temeli eşitlik, adalet, hürriyet ve kardeşliğe dayanır. Zulüm, istibdat, yobazlık ve taassub İsiâmiyete aykırıdır.  

Vatanî ve Millî Fikirleri:
Vatan ve millet sevgisi Hâmid’in eserlerinde geniş yer tutar. Bunda da Namık Kemal’in etkisi büyüktür. Ona göre her insan doğuştan vatansever olmalıdır. Hattâ yalnız vatanı sevmek yetmez, ona âşık olmalıdır. Tezer isimli tiyatro eserinde Hâmid, III. Abdurrahman’na şunları söyletir:

Kalbine girmemişse hiss-i vatan.
Onu sen kaale alma bâri utan
Kız! Köpekler bile vatanperver
Vatanı sevmeyen acep ne sever?

Meselâ Sardanapal isimli piyesinde Yudes’in nedimesi Semiramis’e şunları söyletir;

Vatanperver ol, bir de sev milleti;
Bilirsin hayâtın nedir illeti.

Hâmid’e göre «Milletimi seviyorum» demek yeterli değildir. Millet sevgisi milletin geleceği, birlik ve beraberliği, refah ve mutluluğu, ahlâk ve törelerinin düzeltilmesi, kültürünün yayılması ve gelişmesi yolunda çalışmakla belli olur. Gerçek milliyetçilik budur.

Hâmid’in Türkçülüğü: (1)
Yaşamının bir devresinden sonra Hâmid, milliyetçiliği tam olarak anlamış bir Türkçü olarak görülür. Onun eserlerine yayılmış olan Türkçü fikirleri iki noktada toplanabilir: Türk üstünlüğü ve Türk bütünlüğü.

Türk üstünlüğü konusundaki fikrine örnek olarak Turhan piyesindeki bir sahne gösterilebilir. Bu sahnede Turanlı (Türk), Fars, Arap ve Çerkeş olan dört uşak bir saray odasını süpürmektedir. Türk uşağın dışındaki üç uşak konuşurken kavgaya başlarlar. Bu sırada Türk uşak kavgacıların arasına girip onları ayırırken şunları söyler:

Ne yapıyorsunuz hey! Burada hepiniz uşak.
Ne sen tâcirsin, ne sen şair, ne de bu sârik! (2)
Bense Türk’ üm, Turanlı; asıl mağrib {3) ü maşrık (4)
Bana muti (5} olmalı…

(1)    Necdet Sançar, Abdülhak Hâmid ve Türkçülük. Türk Yurdu, Sayı 335, 1967.
(2)    Sârik: Hırsız.
(3)    Mağrib: Batı.
(4)    Maşrık: Doğu.
(5)    Muti: İtaat eden, boyun eğen.

Hâmid aynı düşüncesini Yabancı Dostlar isimli eserinde de şu mısralarla açıklar:

Yine sen yabancı ondan ürk.
Ki değildir tekin, yamandır Türk,
Ellerin görmedikçe itliğini
O bırakmaz bugün yiğitliğini.
Isırırlarsa ansızın kudurur.
Yıldırım yağdırılsa karşı durur.

Çeşitli adlar altında dünyaya dağılmış olan bütün Türkler Hâmid’in gözünde bir bütündür. Türk bütünlüğü konusundaki fikirlerini Arziler isimli eserinde:

İndimde Türk oğulları hep bir pederlidir,
Türk, onda şüphe ettiği gün pek kederlidir.

beytiyle ortaya koyan Hâmid, Hakan piyesinden  iki mısraında iyice pekiştirir:

Tûrân’ı isterim ola hâkim zamaneye..

…………………….

Biz isteriz kî Türk eli çıksın ufuklara…

İlgili Makaleler