Din Psikolojisi

52.TANRI TASAVVURUNUN OLUŞUMU

Din psikolojisi’nde, insanların gerekli ve yeterli bir derûni Tanrı tasavvuru oluşturmak için izledikleri yollar konusunda esasa ilişkin birtakım tezler ileri sürülmüştür.
1. Tanrı tasavvurunun oluşumu konusundaki yaygın tezlerden biri, Piaget’nin kuramını temel alan bilişsel tezdir. Zihinsel faaliyetlerin bütününü anlatmak için kullanılan biliş kavramı, Piaget (2005) tarafından gelişimle bağlantılandırılmış ve insanın kalıtımsal olarak getirdiği ve tüm gelişimi süresince değişmeden kalan bir kısım biyolojik kökenli işlevlere dayandırılmıştır. Doğumla başlayıp ergenlik dönemine kadar devam eden dört ardışık temel dönemde, bu işlevlerin ve bunlara bağlı birtakım süreçlerin yaşanmasıyla daha üst bilişsel yapılara ulaşılmakta ve bu yapılar niteliksel özellikler göstermektedir. 
Bilişsel Psikolojide Piaget tarafından tanımlanan ve Din Psikolojisinde dini düşünce ve kavram gelişimi konusunda sık sık başvurulan dört ardışık temel dönem, duyusal-motor dönem (0-2 yaş), işlem-öncesi dönem (2-7 yaş), somut işlemler dönemi (7-12 yaş) ve soyut işlemler dönemi (12 yaş ve üzeri) olarak adlandırılmaktadır. Dini kavramlar, çoğunlukla soyut oldukları için bunlar ancak en son dönemde tam olarak kavranabilmektedir.
Bu dönemlerin ilkinde insanbiçimci (antropomorfik) ve somut özellikler gösteren Tanrı tasavvuru, sonraki iki dönemde somut ve soyut düzey arasında geçişli bir özellik arzetmekte, son dönemde ise somut özelliklerinden sıyrılan Tanrı kavramı ile birlikte artık soyut bir karaktere bürünmektedir. Bu son dönem çocuğun, nesne ve olayı görmeden kavram geliştirebildiği, kendi düşüncelerini eleştirebildiği, somut varlık ve olaylara ilişkin kavramlarını soyut davranışlara dönüştürebildiği evredir (Piaget, 1988).

Bireyin bilişsel donanım düzeyi, zihinsel tasavvurlar oluşturmada ona önemli katkılarda bulunmaktadır. Tanrı tasavvuru da bu bilişsel düzeye bağlı olarak şekillenmektedir. Din konusunda bilgi sahibi olmak, Tanrı tasavvurunun oluşup gelişmesi ve şekillenmesinde önemli bir etkendir. Çünkü dinî bilgi, Tanrı tasavvurunun bilişsel yönünü oluşturan birincil kaynaktır ve tasavvurlar bu bilişsel içeriğe ve düzeye bağlı olarak şekillenmektedir. Ayrıca dinî bilginin niteliği de, zihinsel düzeyde doğru ve sağlıklı bir Tanrı tasavvurunun oluşmasında bireylere önemli katkılarda bulunmaktadır.
2. Bu tezlerden diğeri, insanların temelde ilişkisel varlıklar oldukları düşüncesinden hareketle ortaya atılan ilişkisellik tezidir (Hall ve Brokaw, 1995). Bu teze göre Tanrı, gerçekte insanları kendisiyle ilişki kurmaya çağırır. Dolayısıyla Tanrı tasavvuru, tabiatı itibariyle temelde ilişkiseldir. Bu yüzden, ilişkisellik, Tanrı tasavvurunu ve onun oluşum ve gelişimini anlama girişimimizde temel bir anahtar varsayımdır.

Bu ilişkide iki saha mevcuttur. İlki, insanı Tanrıya çağıran dikey saha; diğeri de ötekilere çağıran yatay sahadır. Psikolojik bir değişken olarak Tanrı tasavvurunun, diğer insanî değişkenler gibi, aynı zamanda bir yönüyle sosyal bir inşâ olduğu söylenebilir. Tanrı tasavvurunun sübjektif, deneyimsel ve duygusal olduğu doğrudur. İnsanlık realitesi yalnızlıkta oluşmaz. İnsan, bütün varlığını besleyen sosyal yapının bir parçasıdır. Diğer taraftan Tanrı tasavvuru, sırf bireysel varlığın dışından kaynaklanmaz; ona sadece ham ilişki materyali vermekle kalmaz, insanın onu yorumlama, bütünleştirme ve ifade etmesini sağlamak üzere anlamlı ağlar sunan sosyal yapıya katılımını da yansıtır. Dolayısıyla Tanrı tasavvurunun, dikey sahanın yanısıra yatay sahada, yani sosyo-kültürel bağlamda da “ilişkisellik” üzerine temellendiği söylenebilir.

İslam düşünce ekollerinden Kelâm’ın, Allah ile ilgili olarak geliştirdiği en temel tasavvur, Allah ile diğer varlıklar arasındaki ilişkinin kişisellik taşıdığı şeklindedir. Bu kök tasavvur, yaratıklarıyla ilişki içinde olan, onları duyan, cevap veren bir Varlık’tan hareket etmektedir. Bu tasavvur, bağışlayan- bağışlanan, seven-sevilen gibi kişiselliği çağrıştıran modellemeler yanında, kişisel olmayan tabiî bir çerçevede sunulmaktadır. Allah tasavvurunun temellendirilmesinde, varlık ve aktiflik kavramlarının yanısıra karşılıklı bağlılık/bağımlılık kavramı da yer almaktadır (Düzgün, 2005). Karşılıklı bağlılık/bağımlılık kavramı ise, içerisinde ilişkiselliği barındırması açısından, Allah tasavvurunun oluşumu için önemli bir rol oynamaktadır. 

İnsanlar, hayatlarını anlamlandırmak ve şekillendirmek üzere toplumdaki kültürel ve dinî formlara ihtiyaç duyarlar. Zira bu formlar insanlara sadece bir kimlik duygusu kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda bir referans çerçevesi de sağlar. Kültürel ve dinî formların bütünlüğünde hikâyemiz, kendimizi, ötekileri, Tanrı’yı ve dünyayı anlama tarzımızı açıklayan hayat anlatımız haline dönüşür. Kişisel Tanrı tasavvurumuz, bu anlatısal yapıda biçim¬lendirilir. O, bize gelir ve ötekilerin anlattığı, okuduğu, belgelediği ve bizimle paylaştığı anlatılarla oluşturulur. Çocuğun büyükleriyle birlikte camiye gitmesi, ramazanda oruç açmak için aile üyeleriyle birlikte aynı sofraya oturması, bayramlarda diğer insanlarla aynı ortak coşkuya iştirak etmesi, hem Tanrı kavramını ve hem de Tanrı tasavvurunu oluşturup şekillendirir. Çocuk, Tanrı hakkındaki daha geniş anlatının bir alıcısı ve bir katılımcısıdır.
İnsanın öncelikle ailesinden, sonra yakın çevresinden, daha sonra da kendi toplumundan devraldığı kültürel ve dinî mirasın, onun kişisel hayatını ve hikâyesini inşa etmedeki önemi aşikârdır. Kültürel ve dinî miras içerisinde yer alan bütün hikâye ve semboller, anlatı ve değerler insanın kendi kişisel hayat hikâyesini ve dinî gidişatını oluştururken faydalandığı kaynaklardır. Kişisel yaşantılar ve bunların içeriğini oluşturup şekillendiren kültürel ve dinî kaynaklar, toplumun daha geniş tecrübesinin ve tarihinin bir parçasıdır. Bu sosyo-tarihsel, kültürel ve dinî bağlam, soyut zaman ve mekânlarda anlatılmış ve yorumlanmış kişisel hikâyelerle birlikte bir çerçeve sağlar. İnsanın kişisel hikâyesi, mensubu bulunduğu toplumun daha geniş hikâyesinde gömülüdür ve gerçekte onun hikâyesi bu çerçeve içerisinde anlamlı ve tutarlıdır. Nihayetinde Tanrı tasavvuru da, bireyi çevreleyen ve şekillendiren toplumun kültürel ve dinî bağlamı içerisinde kurulur. Dolayısıyla insanın Tanrı tasavvurunu anlamak için, ona ilişkisel malzeme sağlayan sosyo-kültürel ve dinî bağlamının göz önünde bulundurulması zorunludur.
Çocuklar, içerisine doğmuş oldukları toplumda, daha sonra Tanrı hakkındaki tasavvurlarını çok çeşitli şekillerde etkileyecek olan dinî öykü, hikâye, sembol ve uygulamalarla kuşatılmış bir haldedirler. Yani çocuklar, kendilerine devredilecek olan anlamlandırılmış ve şekillendirilmiş bir mirasın ortasındadırlar. Toplum bu mirası çocuğa aktarır ve çocuk bu mirası kullanarak hem hayatını hem de kişisel dinî yönelimlerini ve doğal olarak Tanrı tasavvurunu şekillendirir. Çocuğun Tanrı konusunda öğrendiği bilgiler, onda bir Tanrı kavramı oluşmasına önayak olur, fakat tüm bu bilgiler çocuğun kalbinde duygusal bir ahenk oluşması için yeterli olmayabilir. Çocuğun Tanrı konusunda öğrendiklerini deneyimlemesi gerekir. Bu deneyimi yaşayacağı ilk ortam kuşkusuz aile çevresidir. Bu çevreler daha sonra aile çevresini de kuşatan mahalle, okul ve ibadethane gibi diğer çevrelere doğru genişleyecektir. Çocuğun Tanrı hakkındaki bilgilerini ahenkli bir bütünlük içerisinde anlamlandırıp şekillendirebilmesi için bu çevreler vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Aile ve toplum bireye sadece hammadde veya yaşanmış hayat deneyimleri sağlamaz; ona aynı zamanda bu deneyimleri değerlendirip bütünleştirmesi için yorumlama imkânları da sunar. Dinî sosyalleşmenin ilk temellerinin atıldığı bu çevrelerde çocuk, bir yandan din dilini ve dinî kavramları öğrenirken, diğer yandan da dine ilişkin tutumlarını oluşturur. Tanrı’ya ilişkin tasavvurlar da başlangıçta bu çevrelerle iletişim ve etkileşimler sonucu oluşup gelişir. Bu etkileşimler sonucunda çocuk, Tanrı’ya ilişkin bilgileri artık bir doktrin, teori veya soyut tanımlamalar olarak değil, fakat diğer insanlarla birlikte bulunulan bağlamlarda zihninde ve
kalbinde etki bırakmış olan olayların veya sahnelerin hikâyesi haline gelen yaşanmış doğrular olarak bilir, hisseder ve Tanrı tasavvurunu biçimlendirir.
Tanrı tasavvurunun oluşumu ve gelişimsel yönü açısından insan, basitten karmaşığa doğru ilerlediği bir yol ile kendine özgü bir anlayış geliştirir. Bu seyir, gitgide genişleyen bir Tanrı tasavvuru ile sonuçlanabilir. İçine doğduğumuz ortam kadar kendi mizaçlarımız, yaşadıklarımız, ilişkilerimiz ve bizi çevreleyen fizik, psikolojik, sosyal ve kültürel sınırlar da geliştireceğimiz dinî tasavvurları etkiler.
Sonuç olarak, İslam psikoloji geleneğinin, genelde dinî inanç ve tec¬rübenin, özelde Tanrı tasavvurunun kuruluş ve oluşumunu başlangıçta verili/aşkın bir ilkeye (fıtrat) dayandırdığını ve sonra insanın bu potansiyeli kullanarak yönelimini belirlediğini, ana baba sembolizmi içerisinde temsil edilen sosyo-kültürel çevrenin de bu yönelimi büyük ölçüde etkilediğini söyleyebiliriz.
Tanrı tasavvurunun oluşumundaki bilişsel ve ilişkisellik tezleri ile İslami  düşünce geleneğindeki fıtrat kavramının benzerlik ve farklılıkları nelerdir?

İlgili Makaleler