Din Psikolojisi

41.ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNDARLIĞI Dindarlığın Gelişimi

Piaget teorisinin temel görüşü, çocukların her biri bir öncekinden daha karmaşık ve nitelik olarak birbirinden farklı olmak üzere birbirini izleyen bilişsel evrelerden geçerek gelişmeleri ile ilgilidir. Bu bakış açısından yapılan araştırmalar, çocukların geçirmiş olduğu ahlaki yargı ve dinî gelişim aşamalarının genel bilişsel aşamalarla paralel gittiğini öne sürerler. Bu yaklaşımdan beslenen araştırmalar, çocuk gelişirken, onun algısında, sosyal çevresinde, sembolleri anlamlandırma kabiliyetinde, dilinde ve kavramsal düşünme kabiliyetinde kritik değişikliklerin meydana geldiğini dile getirirler.
Piaget’in bilişsel gelişim teorisinin ilk aşaması 0-2 yaş aralığına tekabül eden duyuşsal devimsel evredir. Bu aşamada çocuklar henüz bir yaşına erişmeden nesne sürekliliği kavramını kazanamamakta ve herhangi bir nesnenin sadece kendisini gördükleri zaman varmış gibi davranmaktadırlar. Buna göre hayatın ilk dönemlerinde, gerçek, çocuğun herhangi bir zamanda hissettiği şeye eşittir. Bu dönemde algıya temel teşkil edebilecek hafıza, zaman, geçmiş ve gelecek algısı yoktur. Çocuk için yaşadığı anda ne varsa gerçek olanlar sadece onlardır. Bundan dolayı çocuk için kelimeler sadece somuttur ve manaları sınırlıdır. Böylece çocukların soyutlama kapasiteleri, iyilik-güzellik gibi genel prensiplerle veya fiziksel olmayan (Tanrı, cennet) kavramlarla düşünme kabiliyetleri düşük düzeydedir. Yani çocuklar sadece somut şeyleri ve eylemleri anlayabilmektedir.
2-7 yaş çocukları, işlem öncesi evrededirler. Bu dönem boyunca çocukların zihni soyut mantıksal açıdan düşünemez. Dahası, çocuğun algıladığı şey, realiteye eşittir.
7-11 yaş arasında bulunan çocuklar, somut işlem aşamasındadırlar. Bu evrede çocuklar, mantıksal kuralları ve sınıflandırmaları kullanabilmektedir. Ancak bunlar sadece somut olay ve objelere uygulanabilir. Zihinsel kabiliyet¬lerin tam olarak gelişmesi ise, 11 yaşından sonra ortaya çıkmaktadır. Piaget, bu evreye formal işlem evresi demiştir. Bu aşamadaki bireylerin, soyutlama ve kavramsallaştırma kabiliyeti gelişir.
Bu aşamalar dine uyarlandıklarında, bireylerin gelişim aşaması boyunca dinin daha derin manalarını anlayabilme, din adına daha önceden öğrenmiş oldukları şeylerin gerçek değerini takdir edebilme ve din hakkındaki kendi kararlarını bağımsız bir şekilde verebilme konusunda daha kabiliyetli olduk¬ları görünmektedir. Küçük çocuklar ise, dini somut terimlerle yorumlayıp, aynı şekilde yanlış ve doğruları somut kavram ve maddesel sonuçlarla değerlendirirler. Daha büyük çocuklar ise, dinin manasını ahlaki değerlendir¬melerde olduğu gibi daha soyut seviyede kavrayabilirler.
Çocuk dilinin manası sorunu, din ile ilgili konularda son derece önemlidir. Çünkü çocuk somut kavramlarla düşünür, onun için din dili somut varlıklar anlamına gelmektedir. Böylece Allah küçük çocuklar için büyük bir ihtimalle büyük bir insan manasına gelmektedir. Eğer Allah “baba” olarak isimlendirilirse, çocuk temelde gerçek babasına benzer daha güçlü ve daha büyük bir biçimde Tanrıyı düşünür. Dil gelişimine bağlı olarak Tanrının uzayda yaşlı ve büyük bir adam şeklinde zihinsel izlenimleri oluşmaktadır.
9-10 yaşlarına kadar çocuklar ölümü bir tatil olarak düşünmektedir. Zira onlar daha ziyade ölüme, ceza, hastalık, olağanüstü bir hadise, uyku, yolculuk vb. gibi mânâlar atfederek genellikle hayatın sürüp gideceğinden şüphe etmezler. Bahsedilen örnekler bu dönemdeki çocukların somut düşündüklerini ve dinî dile çok sözel bir mana yüklediklerini göstermektedir. Daha önce ifade edildiği gibi çocuklar büyüdükçe, Tanrı hakkındaki somut düşünceler gittikçe daha soyut, daha kavramsal ve daha sembolik bir şekle dönüşme eğilimindedir.
Sosyal Öğrenme Teorisi
Çocukluk dönemi dinî gelişimini daha iyi anlamamızı sağlayan teorilerden birisi sosyal öğrenme teorisidir. Bu teoriye göre sosyal öğrenme ilkeleri, ödül, ceza, pekiştirme, taklit ve model alma fikirlerine dayanmaktadır. Basit bir şekilde çocuklar herhangi bir ödül kazandıkları davranışları hatırlamaları veya onları tekrarlamaları kuvvetle muhtemelken, cezalandırıldıkları davranışları tekrarlama ihtimalleri azdır. Bu teorinin daha yeni sürümüne göre, pekiştirilen davranışlar, daha sonradan bu hatıraları yeniden üretsin ve onlarla temsil edilen davranışlar yasalaşsın ve yeniden üretilebilsin diye, bilişsel dönüşüm sisteminde bellek parçacıkları olarak kaydedilmektedir. Taklit ve model alma süreçleri de aynı şekilde işlemektedir. Çocuk yetişkin birini herhangi bir davranışı yaptığını gördüğünde, bu algının kısmi bir temsili, çocuğun bilişsel sisteminde bellek parçacıkları olarak kaydedilmekte ve daha sonra çocuk yeterince motive olduğu zaman bu davranış yeniden üretilmekte ve uygulanmaktadır.
Buna göre, dinî uygulama ve ifadelerin küçük çocuklarda taklit ve model alma yoluyla geliştiği ödül ve ceza ile pekiştirildiği söylenebilmektedir.
Duygusal İlişki veya Bağlanma Teorisi
Çocukluk dönemi dindarlığını anlamayı kolaylaştıran diğer bir teori “duygusal ilişki veya bağlanma teorisi”dir. Çocuk ve ailesi arasındaki duygusal ilişkinin doğasını ve bu ilişkinin çocuğun dindarlığını nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışan bu teori, dindarlıktaki bireysel farklılık¬ları daha iyi anlamaya katkıda bulunabilecek önemli teorilerden biridir. Bağlanma teorisinin temel fikri, çocuk yaratılıştan (tabii olarak) ana babaya veya temel bakıcısına fiziksel olarak yakınlık hissetmesini sağlayan biososyal bir sisteme sahiptir. Bu teoriye göre çocuk ile annesi veya temel bakıcısı arasındaki iyimser ilişki veya bağlanma figürü, iki şey üretir:
1.    Herhangi bir tehdit anında ve üzüntülü zamanlarda başvurabileceği rahatlama ve güvenlik limanı.
2.    Tehlike zamanlarının dışında çevrenin keşfedilmesi konusunda güvenlik üssü.
İlk çekirdeği Bowlby tarafından atılan “bağlanma teorisi”ne göre, çocuk- anne ilişkisinde özellikle ilk altı ayın daha önemli olduğu ve yaklaşık ilk altı yaşa kadar bu şekilde durağanlığını koruduğu daha sonraki yıllarda yaşanan önemli duygusal tecrübelerle bazı değişikliklere uğrasa da, bu ilişkinin genellikle kalıcı izlere sahip olduğu kabul edilmektedir.. Bu ilişki ne kadar iyimser olursa, duygusal-davranışsal-bilişsel sistemde hayat boyu meydana gelecek davranışları etkileyecek şematik bir çalışma modeli oluşturarak, daha 124
sonra da aktif olabileceği veya en azından yeniden elde edilebileceği tahmin edilen izler bırakmaktadır.
Bu konunun uzmanları bebekle anne arasında üç türlü bağlanma olabileceğini belirtmişlerdir. Bunlar; güvenli, güvensiz ve gerilimli /kaçınılımlı bağlanmadır. Gerlimli/kaçınılımlı bebeklerin anneleri bebeğin sinyallerine duyarsız, reddedici, fiziksel temastan uzak duran ve bebeğe uygun olmayan zamanda ilgi gösteren bir davranış özelliği gösterirler.
Bu fikrin din psikolojisinde uygulaması, Kirkpatrick tarafından yapılmıştır. Ona göre, Tanrı ister lâfzî ister ruhsal manada olsun, insanı her zaman tehlikelerden koruyan ve ona güvenlik hissi veren bir baba gibidir. Hemen bütün dinî geleneklerde Tanrı’nın güvenilir bir bağlanma figürü olduğuna işaret eden Kirkpatrick, dinin özellikle stres ve diğer güçlüklerle başa çıkmaya yardımcı bir faktör olduğu ve bireye bir tür güvenlik hissi sağladığına dikkat çekmiştir. Ayrıca, ilk dönem gelişim süreçleri ile din arasındaki ilişkinin ergenlik ve yetişkinlik dönemi dindarlığına etkisini de açıklamak istemiştir.
Kirkpatrick, duygusal ilişkiye girilen bağlanma figürünü ister Tanrı, ister peygamberler, melekler, evliyalar, din büyükleri veya tabiatüstü diğer varlıklar olsun, benzerliğin dikkat çekici boyutta olduğunu vurgulamıştır. Zira dindar insanların Tanrı’nın her yerde hazır ve nazır olduğuna inanmaları, tehlike anlarında koruyucu bir işlev görmektedir. Tehlike anlarının dışında ise Tanrı’nın her an kendileriyle birlikte bulunması, onların günlük hayatın problem ve zorluklarına güvenle yaklaşmalarını mümkün kılmaktadır. Zira bağlanma teorisi, dinin tehdit anlarında güvenlik hissi sunması kadar, tehdit olmayan zamanlarda bireyin kendini rahat ve huzurlu hissetmesi ve bundan güç alarak çevresini keşfetmesine de eşit derecede önem vermektedir.
Küçük bir çocuğun ağlayarak veya bağırarak annesinden bir şey istemesi ile dindar bir insanın Tanrı’dan bir şey istemesi arasında da benzerlik kurulmuştur. Nitekim dindar bir insan Tanrı’ya dua ederken, karşısında kişilik sahibi canlı bir Varlıkla konuştuğuna inanmakta ve kendisini bu kişilik sahibi Tanrı’ya son derece yakın hissettiğine inanmaktadır. Kirkpatrick’e göre dua vasıtasıyla kendisiyle doğrudan iletişime geçilen Tanrı’nın son derece kişisel ve ulaşılabilir bir varlık olarak algılanması, bağlanma teorisini desteklemektedir.
Bağlanma ve din ilişkisi çerçevesinde, ana babaları veya ilk bakıcılarıyla güven eksenli bir ilişkiye sahip olmayan bireylerin, bu eksikliği “sevgi dolu, kişisel ve ulaşılabilir bir Tanrı”ya inanarak telâfi etmeye eğilimli olacaklarını öngören “Ödünleme Teorisi” geliştirilmiştir. Diğer taraftan bireyin erken dönem bağlanma ilişkileriyle ilgili etkin modellemelerin, Tanrı imajları ve diğer dinî inançları yapılandıran temel bir referans işlevi görebileceği öngörülmüştür. Bu son yaklaşım, “zihinsel model hipotezi” olarak isimlen¬dirilmiştir. Buna göre insanların dindarlığı, kısmen de olsa çocukluk dönemi bağlanma ilişkileri tarafından belirlenmektedir. Birçok araştırma, dinî inancı kaybetmenin ana-baba ile ilişkilerin kötü olmasıyla yakından ilişkili olduğunu, hatta ateizm ile agnostisizmin kaçınımlı bağlanma örüntüsünün doğrudan yansıması olabileceğini ortaya koymuştur.

Baldwin Teorisi

Önceki sayfa 1 2 3 4 5Sonraki sayfa

İlgili Makaleler