Din Psikolojisi

2.DİNİN SOSYOLOJİK TANIMI

AMAM Dinin genelgeçer tanım ötesinde sosyolojik tanımını yapabilmek.
Din olgusu bütün toplumlarda rastlanacak kadar yaygın ve eski bir davranış örün- tüsüdür. Ancak dinin her toplumda ortaya çıkış tarzı farklıdır. Eski olduğu ölçüde din, geniş bir çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilikte her dinin kendine özgü bir hakikat iddiası vardır. Din kendini tanımladığı kadar dünyayı da inananlar ve inanmayan¬lar şeklinde tanımlar. Ayrıca her din kendine göre “doğru din” hakkında kendini işaret eden bir tanıma sahiptir. Ancak dinin bu şekilde kendini ve dünyayı tanım¬layışı belirli bir dinin sosyolojik incelemesi için önemli bir veri oluştursa da dinin sosyolojik tanımı için yeterli değildir. Sosyoloji belirli bir dinin kendini veya genel olarak dini tanımlayışıyla yetinemez. Bu o dinin iddiasını aynı düzeyden hareket ederek reddettiği anlamına gelmez. Aksine toplumların ortak bir davranış örüntü- sü olarak binbir çeşitliliğe sahip olan din olgusunda ortak olanın ne olduğunu ara¬maya çalışır. Aynı zamanda o davranışı dinsel olarak nitelemeyi gerektirecek ola¬nın ne olduğuna dair genel kuralları belirlemeye çalışır. Bu açıdan, dinlerin din ta¬nımı dinin sosyolojik tanımının kendini en temelde ayırt etmesi gereken şeydir. Bunu yaparken dinin kendini tanımlayışıyla kendini bir tartışmanın içine sokma¬ması önemlidir. Aksi takdirde sosyoloji kendini bir anda teolojik bir tartışmanın içinde bulabilir. Oysa sosyolojik düşünme ile dinsel düşünme temelden birbirin¬den farklıdır. Bu farkı sosyoloji lehine bir farklılık olarak düşünmek gerekmiyor. Veya sosyolojiyi dinsel bir düşünce yapısına alternatif olarak o düşünceyi yanlışla- yan bir tez olarak düşünmek de gerekmiyor. Aksine din sosyolojisi dinsel olarak teşhis edilen davranışların ne olduğu ve bu davranışların bir toplumun ekonomik, siyasi, ailevi, eğitimsel ve sosyal tabakalaşma örüntülerine nasıl bir etkide bulun¬duğu, toplumun genel şekillenmesine, meşruiyet düzenlerinin oluşumuna nasıl bir katkıda bulunduğu konusuyla ilgilenir. Bunun için din sosyolojisinin her şeyden önce bir din tanımına sahip olması gerekir.
Dinin sosyolojik tanımı ise sosyoloji tarihinde pek kolay yapılmış bir işlem de¬ğildir. Hangi tür davranışların dinsel olarak nitelenebileceği ve genel olarak sosyo¬lojik bilginin bir nesnesi olarak dinin nasıl teşhis edileceği hususu sosyologlar ara¬sında tartışma konusu olmuştur. Tartışmanın arka planındaki zorluklardan biri din adına ortaya konulan inançların birbirlerinden çok farklılaşması ve dinin iddiaları¬nın nesnel bir karşılığının bulunamaması. Bu konuda belli dinlerin kendi din iddi¬alarını geçerli diğerlerininkini geçersiz sayması karşısında sosyologun yaşabileceği bir yok. Oysa sıklıkla sosyolog tamamen sosyolojik bir bakış açısıyla hareket ettiği¬ni düşünüp dinlerin bütün iddialarını geçersiz saymayı bir kalkış noktası almak gi¬bi bir yanlışa düşebiliyor. Örneğin, Marksist geleneğin din hakkındaki tasvirleri onu teşhis etmeyi kolaylaştıracak ve sosyolojik etkisini tam anlamıyla ölçmeye ya¬ramaktan ziyade ona dair açıkça değerlendirici bir yaklaşıma sahiptir. İşin başında her türlü dinin her türlü iddiasını gerçekliğin bir çarpıtması veya bir uydurma ola¬rak aldığı için din olgusuna karşı reddedici bir tutum takınınca, dinin ne sosyolojik mahiyetini ne de sonuçlarını ölçecek bir kuramsallaştırma imkânı değerlendirilmez.
Doğrusu, dinlerin doğruluğu veya yanlışlığı kolay denetlenemeyen, görünen dünyanın ötesine dair söylemlerini bilimsel olarak ne kadar ciddiye alabileceği so¬runu sosyolojide bu söylemlere karşı bir tür lakayt bir tutum geliştirmiştir.
Böylece toplumsal yapı ve değişim süreçleri içinde din, ayırt edilebilir bir etken olarak teşhis edilmeye çalışılır. Böyle bakınca dini sosyolojik bakış açısından ayırt etmek üzere bir tanıma ulaşmak zorunda kalırız. Bu konuda sosyolog veya antro¬pologlar farklı tanımlar yapmışlardır. Örneğin, ünlü antropologlardan E. B. Tylor bilimsel olarak kabul edilebilecek ‘asgari bir din tanımı’ için, ‘ruhsal varlıklara inanma’yı şart koşuyor. İlk bakışta dinin sosyolojik görünümü için bundan daha asgari bir şart olur mu? Sorusu akla gelebilir. Oysa bizzat Tylor da bu tanımdan yo¬la çıkıldığında, birçok toplumda dinsellik olarak ortaya çıkan bir çok örnekte ruh¬sal varlıklara inancın olmadığını tespit eder (Tylor’dan Aktaran Turner, 1997). Ör¬neğin, Theravada Budizmi bu tanım baz alındığında bir din olarak kabul edilme¬yebilir çünkü onda ruhsal varlıklara inanç yoktur. Yine Durkheim’ın Tylor’a itira¬zında ileri sürdüğü bu örnekte olduğu gibi “tanrılar ve ruhlar fikrinin olmadığı ya da en azından yalnızca ikincil ve küçük bir rol oynadığı büyük dinler” söz konu¬sudur (Durkheim, 1961: 45).
Durkehim’in din olgusu hakkında yaptığı tanım bir ölçüde Tylor’un bu tanımı¬na eleştiriyle başlar. Durkheim’in alternatif tanımına göre “din, Kutsal şeylere, ya¬ni bir kenara ayrılmış ve yasaklanmış şeylere ilişkin inanç ve uygulamaların birle¬şik bir sistemi -Kilise diye anılan bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve pra¬tikler, onlara taraftar olanların tümü” olarak ifade edilir (Durkheim, 1961: 62).
Bu tanımda göze çarpan en önemli unsurlar “kutsal ve din dışı”, ile “kilise”, ya¬ni “bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve topluluklar” (yani cemaat).